Çevre Kanunu’nda[1] çevre kirliliği kavramı, çevrede meydana gelen ve canlıların sağlığını, çevresel değerleri ve ekolojik dengeyi bozabilecek her türlü olumsuz etki olarak tanımlanmıştır.
Deniz kirliliğine ilişkin olarak, doktrinde en yaygın olarak kabul edilen tanımlama ise, Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Konferansının (Stockholm Konferansı) hazırlık aşaması sırasında kurulan Birleşmiş Milletler Deniz Kirlenmesinin Bilimsel Yönlerini Araştırma Grubu’nca yapılan ve deniz kirlenmesiyle ilgili tanımlamaya yer veren diğer belgelerdeki tanımlamaların da temelini oluşturan tanımlamadır[2]. Bu tanıma göre deniz kirlenmesi;
“Canlı kaynaklara zarar verme, insan sağlığı için tehlike oluşturma, balıkçılık dâhil denizcilik faaliyetlerini engelleme, deniz suyunun niteliğini bozma ve görsel güzelliklerin azalması gibi zararlı etkileri olan bir maddenin veya enerjinin insanlarca doğrudan doğruya veya dolaylı olarak haliçler de dâhil olmak üzere deniz çevresine sokulmasıdır.” şeklinde tanımlanmıştır.
Bu tanıma göre kirlenmenin bir insan faaliyeti olması ve bu faaliyetlerin, deniz çevresinde belirli arzu edilmeyen zararlara neden olması gerekmektedir.
Deniz kirlenmesine ilişkin olarak yapılan bir diğer tanımlama ise 1982 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nde[3] (BMDHS) karşımıza çıkmaktadır. Buna göre;
“Deniz çevresinin kirlenmesi, canlı kaynaklara ve deniz hayatına zarar verme, insan sağlığı için tehlike oluşturma, balıkçılık ve denizlerin diğer yasal amaçlı kullanımı da dâhil olmak üzere denizcilik faaliyetlerini engelleme, deniz suyunun niteliğini bozma ve güzellikleri azaltma gibi zararlı etkileri olan veya olması ihtimali olan maddelerin veya enerjinin, insanlarca doğrudan doğruya veya dolaylı olarak, haliçler de dâhil olmak üzere deniz çevresine sokulması demektir[4].”
Görüldüğü gibi her iki tanımda büyük ölçüde birbirine benzemektedir. 1982 tarihli BMDHS’deki tanım bir önceki tanıma bazı eklemeler yapmıştır. Temel tanımlamadaki “zararlı etkileri olan” ifadesine, “zararlı etkileri olması muhtemel olan” ifadesinin eklenmesi bunlardan biridir. Bu sayede, zararlı etkileri hemen ortaya çıkmayan veya tanınamayan maddelerin ve enerjinin deniz çevresine sokulması da deniz kirliliği olarak kabul edilebilmiştir. Ayrıca deniz hayatı ifadesi ile de, zararın, sadece deniz canlı kaynakları değil, cansız kaynakları da dâhil bütün biyolojik sistemine yapılması deniz kirlenmesi kapsamına alınabilecektir. Bu ifadelerin eklenmesiyle tanımın kapsamı oldukça genişlemiştir[5].
Deniz kirliliğine sebep olan durumları ise çeşitli açılardan sınıflandırmak mümkündür. Deniz kirliliğinin kaynakları doktrinde temel olarak dört başlık altında incelenmektedir. Bunlar; kara kaynaklı ve atmosfer kaynaklı kirlilik, deniz yatağı faaliyetlerinden kaynaklanan kirlilik, suya batırma kaynaklı kirlilik ve gemi kaynaklı kirliliktir[6].
BURUCUOĞLU Avukatlık Bürosu olarak müvekkillerimize özellikle gemilerden kaynaklı deniz kirliliği konusunda hukuki destek sağlamaktayız. Konu hakkında ayrıntılı bilgi ve hukuki danışma için info@burucuoglu.com adresinden irtibata geçebilirsiniz.
[1] 2872 sayılı Çevre Kanunu 11.08.1983 tarihli ve 18132 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır.
[2] Tütüncü, A. N.: Gemi Kaynaklı Deniz Kirlenmesinin Önlenmesi, Azaltılması ve Kontrol Altına Alınmasında Devletin Yetkisi, İstanbul 2004, s. 5.
[3] 1982 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne (United Nations Convention On The Law Of The Sea) Türkiye taraf değildir.
[4] Bu tanım, 1982 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 1. madde 4. fıkrasında yer almaktadır.
[5] Tütüncü, s. 6.
[6] Aydın Okur, D.: Deniz Hukukunda Liman Devleti Yetkisi ve Denetimi, İstanbul 2009, s. 72.